14 Ağustos 2008 Perşembe

onun dünyası

dün olduğu gibi bugün de gördüm onu. üstünde kahverengi, boğazlı kazağı vardı.dün taktığı o beyaz bereyi de bugün takmamıştı. gerçi bu benim beklediğim bir değişiklikti, onun hatasız işleyen kuralları gereği bugün siyah mont giyilmesi gereken günlerden biriydi çünkü hava raporlarına göre 6 derece sıcaklığında bir perşembeye başlamıştık. ve bu sıcaklık siyah mont için ideal bir zaman demekti.
o her zaman durağa gelen ikinci kişi olur. önce şu komik bıyıklı, zayıf ve gözlüklü polis yaklaşık beş dakika sonra da o. benim sıramsa 69 numaralı otobüsün durağa uğramasından hemen sonradır. fakat bugün bu böyle olmadı, ben bir değişiklik yapıp durağa ondan sonra değil önce gittim. amacım bu önemli günde doyasıya bütün adımlarını izlemekti. ama doyasıya yapacağım bu gözlemin önünde ciddi bir engel vardı; 6 derece sıcaklıkta devam eden perşembe bir de sis yapmıştı sabahına. onu, evinden çıkıp durağa gelene kadar izleyebilirdim ama evinin olması gereken yerde gri bir perde vardı. planımı baştan bozan bu gri perde hakkında pek olumlu şeyler düşündüğümü söyleyemeyeceğim. bir şekilde evimize girip her konuda arsızca ahkam kesen o insanlar, sanırım asıl işlerini unutup bana eksik hava raporu bildirmişlerdi. bugün istemediğim bir şey varsa; o da sürprizdi. olabildiğince yukarı bakıp, pek yapmadığım bir şekilde, içimden bir süre “bugün hiç sürpriz istemiyorum, sürpriz yok, lütfen” diyip durdum.
çevrede en ufak bir esinti bile yoktu. sanki her şey saygı duruşunda onu bekliyordu. kalbim haricinde sadece polisin telsizinden gelen garip gürültüleri duyuyordum ve ben bir an için rahatlayıp bu gürültüleri anlamaya çalışırken, aniden gri perdenin içinden çıkıverdi.onu gördüğüm ilk anda hayatın akış hızının değiştiğine yemin edebilirim. gözlerimi ondan alamıyordum ve çevremdeki her şey defalarca daha yavaş hareket ediyordu. o her zaman ki gibi sadece birkaç adım önüne bakarak, kaldırım çizgilerinin bütünlüğünü bozmadan, usulca yürüyordu. eğer o bir gün kanatlarını çırparak gelip her zaman ki yerine bir melek gibi konsaydı sanırım buna asla şaşırmazdım. uçarak mı yürüyerek mi tamamladı bilmiyorum ama o bugün de durağın sağ yanındaki yerini aldı. önce saatine, sonra da otobüsün yoluna baktı. sıranın bana geleceğine emindim çünkü böyle bir değişikliği fark etmemesi olanaksızdı. bir süre nefesiyle uğraştıktan sonra -ki soğuk havalarda bunu yapmaktan büyük keyif alıyor. bakışlarını benim olduğum tarafa doğru kaydırdı. yerden gözlerini ayırmadan bana yaklaşıyordu.
ayaklarımdan başladı beni süzmeye; kahretsin bu siyah ayakkabılar doğru tercih değildi.
sonra hiç acele etmeden yukarı çıkmaya başladı; paçamdaki bir çamur lekesi mi?
ellerimi cebimden çıkarmalı mıyım? hayır cebimde iyiler galiba. sanırım buna dayanamayacağım… gözlerim, lütfen onlara bakma, henüz erken, ben buna hazır değilim.
neyse ki bunu yapmadı, sıra gözlerime geldiğinde beni öldürmekten vazgeçip otobüse bakmayı tercih etti. tanrım senin cehennemine asla laf etmek istemem ama onun gözleri benim üstümdeyken, etrafımı saran alevlerden daha kuvveli bir şey düşünemiyorum.
bazen öyle bir hisse kapılıyordum ki sanki içinde bulunduğumuz, ne olduğuna bir türlü karar veremeyip, aptalca fikirler ürettiğimiz “hayat”, sadece ikimiz için yaratılmış. ve hayatımızın geçtiği bu dünya da eşi benzeri olmayan devasa bir film setinden başka bir şey değilmiş gibi gelirdi. kendilerini bir halt sanıp, hayat hakkında ileri geri konuşan bu insanlar da sadece birer ayrıntı. onlara göre de benim yaşadığım şeyin adı… bu figüranların kullana kullana içini boşalttığı üç harfli bir kelime yeter mi yaşadığım şeyi anlatmaya.
otobüs yaklaşık beş dakikalık bir gecikmeyle geldi. anlaşılan bu gri sis sadece benim değil otobüsün de planlarını değiştirmişti. ama benim planlarımdaki değişiklik bu kadar değildi galiba; diğer günlerin aksine en öne değil de en arkaya oturmayı tercih etti. ben her zaman ki yerime, yine ondan önce binerek oturmuştum –önden ikinci sıra. işte bu fuları da tam benim oturduğum yerde, çantasından düşürdü. tamam hayatın bizimle dalga geçmeye hakkı olduğunu düşünüyorum ama sanırım biraz adalet istemek de benim hakkım. nerdeyse hiçbir şey düşündüğüm gibi gitmiyordu. artık önümde ciddi bir sorun vardı, tedirgin bir şekilde ne yapmam gerektiğini düşünürken otobüsün ön kapısının kapalı olmadığını fark ettim. diğer sıranın en önünde oturan polis kızgın kızgın şoföre bir şeyler söylüyordu. sanırım otobüs yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun fark etmiş, bana yardım elini uzatmaya karar vermişti ve bozuk bir ön kapı da tam ihtiyacım olan şeydi . polis de söylene söylene kalkıp arkada bir yerlere oturmaya gidince sıra bana geldi. montumun yakalarını kaldırıp otobüsün arkasına doğru yürümeye başladım. o en arkada sağda oturuyordu. bunu nasıl yapabildim hala bilmiyorum ama nefes almaya başladığımda oturduğum yerin arka sol köşe olduğunu fark ettim. şimdi her şey iyi bir başlangıç için yoluna girmiş görünüyordu. bir eşikte olduğumu hissediyordum. artık dönüşü olmayan bir yolda olduğuma emindim. yeryüzü geç de olsa aşk kelimesinin anlamını görecekti.
artık tek yapmam gereken dört nala giden bir at hızında atan kalbime hakim olmak ve başlangıç için iyi bir merhaba demekti. bu merhaba şu ana kadar söylenmişlerin hepsinden daha güzel olmalıydı, bu sadece onunla konuşacağım ilk kelime değil ayrıca şu ana kadar olan ve beni onun karşısına getiren hayatıma bir vedaydı. kendimi ve kalbimi bu eşsiz ana hazırlarken kaçamak bakışlar atıyordum ona. hep yaptığı gibi ciddi bir ifadeyle değil, garip bir tebessümle oturuyordu. bir şeyleri sezmiş olduğunu düşündüm, bunun gibi bir anda aksi zaten düşünülemezdi. yüzünün aldığı o kutsal ifadeyle bana doğru bir şeyler yaptığımı göstermek ister gibiydi. tanrım bu sefer de senin cennetine laf etmek istemem ama onun yüzünden daha kusursuz bir şey düşünemiyorum.
ona bakarak hazırlanmanın pek akıllıca bir şey olmadığını fark ettim. çünkü kalbimi dizginlemek yerine kamçılıyordu bu. en iyisi gözlerimi kapatıp, kulaklarımı tıkayıp, bir süre beklemekti. ihtiyacım olan şey kesinlikle bu sessiz karanlıktı. onu ve konuşmamı düşünüyordum bu sırada, güzel ve tok sesli bir başlangıç olmalıydı. bundan sonrasının kendiliğinden geleceğine emindim, birazdan ilk dakikaları yaşanacak olan bu aşk kendi yolunu bulurdu nasıl olsa. kaderin bana bugün tek yardımı olan bu kahverengi fuları da unutmamalıydım. benlik kontrolümden vazgeçip onu bu mükemmeliğe feda etmeye hazır olduğumu hissettiğimde derin bir nefes aldım ve ona doğru döndüm. tam büyülü merhabamı ona gönderecektim ki aramızda sivri burunlu bir adamın oturduğunu fark ettim. onun yanındaydı ve ellerinin arasında benim tutmam gereken bir el vardı. ve o, bu sivri burunlu adama ne iyi edip de buraya taşındığını artık işe beraber gidebileceklerini falan söylüyordu ve de bütün cümlelerinin sonuna aşkım, sevgilim eklerini eksiksiz koyuyordu.
otobüsse olanlardan habersizmiş gibi… hep yaptığı gibi… gitmeye devam ediyordu.en arka sırasında oturan rolünden habersiz bir başrol oyuncusu, yanlış çıkış yapmış bir figüran ve dünyayla pek ilişkisi kalmamış diğer başrol oyuncusu ile hep yaptığı gibi gitmeye devam ediyordu.
kontrolünden vazgeçtiğim ama elimde kalmış benliğimle birlikte tek yapabildiğim ilk fırsatta otobüsten inip doğruca buraya, evime gelmek oldu. her şeyin kontrolüm altında ve planladığım gibi olduğu benim dünyam. bu dünyanın kahramanı kesinlikle benim ama dışarıdakinin galiba başkası.
dışarıdakiler önüme “gerçek” adı altında bir sürü saçmalık sundular, ben nerdeyse hepsini hiç itiraz etmeden kabul ettim. ama bana asla kabul ettiremeyecekleri bir gerçek var, o da: her birimizin yalnız dans ettiği…

Hiç yorum yok: