28 Ekim 2009 Çarşamba

amerika macerası #3

previously on amerika macerası
arabamıza kavuştuktan sonra rahatladık. o iğrenç sıcakta günde bir saate yakın yürümekten kurtulduk ve artık gezebiliyorduk. ilk günler markete bile giderken en az üç kere yanlış yola sapıyorduk. başlarda çevre semtlerde dolandık. bir kaç gün sonra 4 temmuzdu zaten. o gün downtown'a gitme planlarımız vardı. herkes bize havai fişek gösterisini kaçırmayın diyordu. o gösteriden sonra da gece kulübüne gidecektik. aramızdan birinde de iphone var. gps teknolojisinden de yararlanıyorduk. ama her şey beklendiği gibi gelişmedi. saat dokuzda falan çıktık otelden. birden yağmur bastırdı. malum nem %99larda bazen öyle bardaktan boşalıyordu. şehir merkezi yarım saat mesafede ama yağmur ve yolları bilmememiz yüzünden saat on gibi vardık şehir merkezine. biz vardık ama insanlar dağılıyordu. meğersem bitmiş. uzaklardan tek tük havai fişek görebildik ancak. neyse dedik kulübe gidelim bari. oradan 10-15 dakika mesafedeydi. adrese de iyice bakmıştık. ama yağmurlu havada kapkaranlık sokaklarda kaybolduk. tam 2 saat boyunca bulamadık mekanı. bulduğumuzda da zaten gitmekten vazgeçtik. iğrenç bir meksika kulübüymüş. sonradan anlayacaktık ki bu şehirde gece hayatı yokmuş.

dönüş daha komik oldu. bizim otele giden ı-70 otoyolunu bi türlü bulamadık. bulduğumuzda girişinde yol çalışması vardı. başka bi girişini aradık. onu da bulduk ama bu sefer de otoyolda dönüş tarafından değil öbür tarafından girmişiz. illinois tarafına geçen meşhur köprüye çıkınca anladık. o tarafa sakın geçmeyin. ülkenin en tehlikeli yeri dedikleri yer oluyor orası. ilk çıkıştan çıkıp hemen u dönüşü yaptık. tersine girdik yolun. eve geldiğimizde saat 1'di. ilk gezimiz böyle sonuçlanıyordu :) ama o kaybolmalarımızın ortasında çok önemli bir şey öğrenmiştik. bu amerika'da sokak tabelaları bulunduğunuz sokağın değil, gireceğiniz sokağın adını gösteriyormuş. hep onun yüzünden kaybolduk. otoyol girişleri de bir garip, north, south veya east, west diye adlandırılmış. tabii sonradan alışınca ne kadar kullanışlı ve kolay olduğunu anlayacaktık...

otel hem pahalı hem küçüktü. artık arabamız da olduğu için eve çıkmamak için bir sebep kalmamıştı. hemen ev aramaya başladık bu sefer. bulduk da ama onda da bir çok sorun oldu. eve bakmaya gittiğimiz gün orda başka türkler gördük, bizim gibi work and travella gelmişler, eğlence parkında çalışıyorlardı. evlerinden de memnunlarmış. biz de beğendik. bizim iş yerimize 10 km uzakta bir yere taşındık. çok gözükebilir ama orda iki semt arası için baya küçük bir mesafe. temmuzun ortasına doğru taşındık. otelde televizyon vardı ama burada boş eve gidiyorduk. neyse ki havuz ve clubhouse denen içinde televizyon, bilgisayar, spor salonu, çamaşırhane gibi ortak kullanıma açık yerlerin bulunduğu bir bina vardı. sıkılmamamız için yeterliydi bunlar. bir de batak oynuyorduk evde. amerika'da evlerde beyaz eşyalar ve klima evin içinde oluyor hep öyle kiralıyorlar. sadece mutfak araç gerekleri ve hava yatağı aldık. bir ay sonra falan dışarıya atılmış süper rahat bir kanepe ve üç sandalye ve masa bulduğumuzda evimiz süper olmuştu :D

gece gezmelerimize de son sürat devam ettik. bu sefer iyi araştırıp çıktık. 2008'in en iyi kulübü seçilen club viva'ya gitmeye karar verdik. bedava dans dersleri de varmış. oh oh dedik. bu sefer çok fazla kaybolmadan bulduk. legocu 21 yaşın altında olduğundan almadılar içeri, biz de birimizin kimliğini verdik ona öle denedi girdi. aslında .ok dikkat ediyorlarmış bu 21 yaş sınırına ama burada pek dikkatli bakmadılar. neyse güzel bir yere benziyordu. dersler başladı. meğerse salsa kulübüymüş. baya kıvrak bir dans oluyor kendileri. olsun dedik. hareketler çok basit gözüküyordu ama pek yapamadık. yine de basit basit dans edecek kadar öğrendik. sonra ders bitti, müzik yükseldi. herkes bir dans etmeye başladı ki ağzımız açık kaldı. millet fırıl fırıl oynuyor biz izliyoruz. en kötü oynayan kızları bulup dans ettik yine de bizden iyiydi onlar. iyi oynayanlarla dans etmeye zaten cesaret edemedik. bari muhabbet edelim dedik ama sürekli dans ediyor millet. işin kötüsü kız/erkek oranı 1.5 falan. bizim iş yerinde dominikliler ve jamaikalılar vardı bizim gibi watçı. onlardan ders alıp bir daha gelmeye karar verdik.

temmuzun ortalarına doğru işler bir azaldı ki gitgide kötüye gidiyordu. çalışma günlerimiz haftada ikiye kadar düştü. hatta ben bir haftada sadece bir gün çağrılıp en düşük maaş çeki rekorunu kırdım 69 dolar ile. ama temmuzun ortasından sonra biraz düzeldi dört güne kadar çıktı. sanırım temmuzun son haftası ondan önceki üç hafta kazandığım paranın toplamına yakın para kazanmıştım. çalışma günlerimiz bundan sonra daha normalleşti. gelirken aklımızdaki 4000 e ulaşamayacaksak da 3000 falan kazanırız diye düşündük. şehre de yollara da alışmıştık o zamanlar. artık her hafta alışveriş merkezine gider olmuştuk. çalışıp kazanıp harcar olduk. oyun gibi oldu ondan sonra. bir hafta çalış git harca. güzeldi.

bir gün hafta içi akşam çıkalım dedik. bu club viva'daki kız bolluğu yüzünden gaz gelmiştik. o güne kadar sürekli cumartesileri gece çıkıyorduk. hem yorgun geldiğimizden hem erken uyandığımızdan hem de cumartesileri daha kalabalık olur diye. şehir merkezi de uzak hep gidemiyoruz. tam nasıl bir hayat var oralarda bilmiyorduk. o gün öğrendik. hayat yok. etrafta insan yoktu. saat geç de değildi. hafta sonu değildi ama pazartesi falan da değildi cumaydı üstelik. böyle bir ruhsuz insanların yaşadığı şehir işte. tam bir hayalet şehre dönmüştü. demiştim ya gece hayatı yok işte. bir tek barlar sokağı var o da cumartesileri hasbelkader dolu oluyor.

to be continued...

1 yorum:

çubuk makarna dedi ki...

fotograftaki de dominiklilerden biri