Ağustosu ortaladığımızda Amerika'da düzenimizi kurmuş, oturtmuştuk; oraya tamamen alışmıştık. Şehri avucumuzun içi öğrenmiştik. İşler de inanılmaz arttı. Okulların açılmasına az kaldığı için sürekli okul işi çıkıyordu. Devlet okullarının taşıma işini bizim şirket almış. Çok da rahat oluyordu okul taşımak. Fazla mesaiye kalıp bir haftada 523 dolar kazanarak en fazla para kazanma rekorunu da kırdım. Hiçbir sorun kalmamıştı artık.
Birkaç hafta sonra bu mutlu tablo benim açımdan bozuldu. İki kişi birlikte bir fotokopi makinesini merdivenlerden aşağı taşırken öndeki arkadaşın kaydırması sonucu fotokopi makinesi bacağıma düştü. İlk anda çok ağrıdı ama sonra hafif topallasam da işe devam edebildim. İş bitip de şirkette döndüğümüzde o zaman gerçek yüzünü gösterdi bu sakatlık. Dizim felaket ağrıyordu anca topallayarak yürüyordum. Merdivenlere geldiğimde durum daha vahimdi hiç çıkamıyordum. Eğilip kalkamamam da cabası. Bir gün dinlenince geçer diye düşündüm ama ertesi gün de durum aynıydı. Şirkete gittim böyle böyle dedim. Olayı anlatan bir rapor yazdırıp, hastaneye yolladılar beni. Amerika'da hastane de görmüş oldum. Baya iyi ilgileniyorlar hastalarla. Röntgen çektiler, onda bir şey çıkmayınca rahatladım. Kas zedelenmesiymiş sadece. Tetanoz aşısı yaptılar, dizime bandaj taktılar, ağrı kesici verdiler, bir hafta dinlen deyip, rapor verdiler.
Ben dinlenirken o hafta bir de arabamız bozuldu. Hem de ne bozulma. 1000 dolara aldığımız arabaya 2200 dolar masraf çıktı. Şanzımanı bozulmuş tamamen değişmesi gerekiyormuş. Yeni araba almaktan başka çaremiz yoktu. Evden işe yürüyerek gidemeyeceğimiz için bir an önce almalıydık. Hemen gittik galeriye fazla dolaşmadan 1995 model lacivert bir Lincoln Towncar bulduk; 1600 dolara aldık. Bu araba bir rahat bir konforlu anlatamam. Motoru da feci güçlü. Geniş ve uzun bir araba olduğundan ilk günler rahat süremedim, park etmek iyice zordu.
Eylülün ilk pazartesileri Amerika 'da işçi bayramı. Her yerde indirim oluyormuş. Zaten sürekli alışverişe gidiyorduk ama bu sefer bokunu çıkarttık. İki günde bütün alışveriş merkezlerini dolaştık. Hep diyorum ya insan yok. Burada insanları bir tek alışveriş merkezleri ve marketlerde bir de parklarda görebiliyorduk . Malum Amerika'da elektronik ve giyim ürünleri çok ucuz. Baştan sona giyim ve elektronik alışverişi yaptık bu yüzden. Marka takıntım falan hiç olmadı ama Türkiye'de 150 milyona satılan bir ürün orda 18 dolar olunca dayanamıyor alıyor insan. Mesela Levi's da kotlar 30 dolar, Hollister diye bir marka var vücuda tam oturan çok güzel tişörtleri var. Hep bunlardan aldık bizde.
Neyse işte saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve son iş günümüz olan eylül'ün 18'i geldi çattı. O kadar alışmıştık ki bunca tersliğe rağmen hayatımızdan çok memnunduk, çok rahattık. Ben toplamda 4000 dolar kazanmıştım. Bizim bu şehir hayalet şehir de olsa Arch'ından başka bi haltı olmasa da üzüldük Amerika'dan ayrılacağımıza. Ama asıl maceramız da bundan sonra başlıyordu. Çünkü daha arabayla New York'a gidecektik…
to be continued...
3 yorum:
oh oh, arabalara bak, maaşallah!
Devamını bekliyorum hikayenin :)
:D yazmaktan sıkıldım onu. kısa kesip bitircektim unuttum ama bitircem
Yorum Gönder